Türkiye’nin En Eski ve En Büyük Sivil Toplum Kuruluşu Türk Ocağı
Çağdaş ülkelerin hemen hepsinde, aynı amaca ulaşmak için bir araya gelmiş kişilerin kurup yönettiği ve varlığını sürdürdüğü kurumlar vardır. Çevresinde birleştiren bu amaçlar sosyal, bilimsel, mesleki, sporla ilgili vb. olabilir. Bunlar , devletlerinin çıkardığı yasalar çerçevesinde çalışır veya hizmet görürler. Temel özellikleri yönetici ve üyelerinin bu kuruluşlardaki çalışmalarından dolayı bir kazanç sağlamamaları, hizmetlerini gönüllü olarak yürütmeleridir. Bundan dolayı onları birer “gönüllüler kuruluşu” olarak nitelendirebiliriz.
Böyle kuruluşlara günümüzde “sivil toplum örgütleri” de deniliyor. Bu onların “gayrı resmi” olduklarını da gösterir. Dernek, vakıf, oda, kulüp gibi adlar taşıyan bu kurumlar bağımsız birer yapıya sahiptirler. Siyasetle uğraşmazlar, her hangi bir siyasi partinin güdümüne girmezler. Ancak, çalışma alanları ile ilgili konularda birbirleri ile veya resmi kuruluşlarla işbirliği edebilirler. Kısacası, bu tür kuruluşlar toplum hayatının vazgeçilmez unsurlarıdır.
Milletimiz, tarihinin derinliklerinden gelen ahilik ocakları, vakıflar gibi kurumlarla bu gönüllü kuruluşlarının en tipik örneklerini vermiştir. Bunların çağdaş dünyadakine benzer olanı ise, yurdumuzda Tanzimat’tan sonra görülmüş ve çoğalmıştır. Ama böyle kurumların bazıları uzun ömürlü olamıyor. Onlar ya kısa zamanda gerçekleşecek bir amaca ulaşmak için kurulduklarından o amaca ulaşınca dağılıyorlar, ya da yöneticilerinin ve üyelerinin ilgisi azaldığı veya ortadan kalktığı için varlıklarını yitiriyorlar. Onların, varlıklarını sürdürmekle birlikte, hiçbir etkinliği kalmamış olanları, varlıkları ile yoklukları arasında fark bulunmayanları da var. Bu açıdan baktığımızda, ülkemizi bir “gönüllü kuruluşları mezarlığı” olarak da nitelendirebiliriz.
Ama onların, varlıklarını yüz yıla yakındır, veya yüz yıldan fazla sürdürebilenleri de var. “Türk milletini sevmek ve yüceltmek” olarak tanımlanan Türkçülük ülküsüne bağlı olanların kurup bu güne kadar yaşattığı “Türk Ocağı” bunun çarpıcı bir örneğidir.
Türk Ocağı resmen 25 Mart 1912’de kurulmuştur. Fakat onun kuruluşuna ilişkin çalışmalar 1911 yılında başlayıp gelişmiştir. Bu bakımdan onu 109 yıllık bir “gönüllüler kurumu” olarak niteleyebiliriz.
Türk Ocağı’nın kuruluşu da öteki derneklerden farklı olmuştur. O üç-beş kişinin bir araya gelerek oluşturduğu sıradan bir kuruluş değildir. Bir gençlik girişimin somutlaştırdığı bir oluşumdur.
Bilindiği gibi, Tanzimat Fermanının ilanından sonra Osmanlı ülkesinde baş gösteren ayrılıkçı düşünceler, 1908’de ikinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte rahatsız edici kıpırdanışlar ve davranışlar halini almıştı. Devlet içindeki etnik ayrılıkçılar bir ayaklanmağa, devleti parçalamağa yönelmişlerdi. Bunların önüne geçmek için Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi akımlar geliştirilip uygulamaya konulmuş, fakat bunların milli birliği ve ülke bütünlüğünü korumaya yetmeyeceği kısa zamanda anlaşılmıştı. İktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti milliyetçi bir görüşü temsil etmekle birlikte ne siyasi istikrarı sağlayabiliyor, ne de ayrılıkçı faaliyetlerin önüne geçebiliyordu. Bu durum, ülkenin dertleri ile ilgilenen genç aydınları derinden üzüyor, onları ülke ve millet sorunlarına çareler aramağa yöneltiyordu.
Sorun ve dertlerin yalnızca aydınların bilmesi de yeterli değildi. Toplum katmanlarının ilgisini de çekmek gerekirdi. Fakat Osmanlı devletinin temelini oluşturan Türk toplumu milli kimliğinden habersiz yaşıyor, bundan dolayı ayrılıkçı davranış ve eylemlere gereken tepkiyi gösteremiyordu. Öyleyse ona kimliğini ve benliğini tanıtacak, milli duygularını canlandırıp harekete geçirecek çalışmalar yapılmalıydı. Bu da ancak milli bilinci güçlü, yurtsever aydınların çabaları ve çalışmaları ile mümkün olabilirdi. Böyle aydınların bir “gönüllüler kuruluşu”nun çatısı altında bir araya gelerek gönüllerini ve güçlerini birleştirmeleri, Türk toplumunu bilinçlendirmek için gerekli tedbirleri ve yöntemleri düşünmeleri, bunu gerçekleştirecek sistemli çalışmaları planlamaları, sonra da onları uygulamaya, hayata geçirmeleri gerekli idi.
Milliyetçi birçok aydının kafasını durmadan meşgul ettiği muhakkak olan bu düşüncenin ilk önemli kıvılcımı zamanın Askeri Tıbbiye Mektebi’nde parladı. Bir yandan hekimlik öğrenimi görürken bir yandan da yurt ve millet sorunları ile ilgilenen 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, bu sorunların çözümü ile uğraşacak bir “gönüllüler kuruluşu” oluşturulmasına yönelik görüş alış verişini sağlamak için bir toplantı düzenleme girişiminde bulundu. 24 Mayıs 1911’de başta dönemin ünlü Türkçüleri olmak üzere, birçok tanınmış şair, edip, bilim ve düşünce adamına mektuplar yazdılar ve 21 kişilik de bir girişimciler kurulu oluşturdular.
Bu topluluğun Dr. Fuat Sabit (Ağacık) başkanlığındaki üyeleri ile ünlü Türkçülerden Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, M. Ali Tevfik (Yükselen), Emin Bülend (Serdaroğlu) ve Ağaoğlu Ahmed Beğlerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Türkçülük düşüncesini yayacak ve yaşatacak bir derneğin kurulması ve adının da “Türk Ocağı” olması, 3 Temmuz 1911’de yapılan bu toplantıda kararlaştırıldı. Bu toplantının yapıldığı tarih, bu yüzden Türk Ocağı’nın “fiili” kuruluş tarihi de sayılır. Çünkü o toplantıda kuruluş işlemlerini gerçekleştirecek bir “geçici yönetim kurulu” seçilmiştir.
Yeni derneğin “Esas Nizamname”sinin ve çalışma programının hazırlanması oldukça zaman alır ve gerekli işlemler tamamlanarak Türk Ocağı’nın 25 Mart 1912’de faaliyete geçmesi sağlanmış olur. Derneğin kurucusu görünenler, Mehmed Emin (Yurdakul), Ahmed Ferit (Tek), Ağaoğlu Ahmet ve Askeri Tıbbiyelelileri temsilen Fuat Sabit (Ağacık) beylerdir. 1912’de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesi’ne göre, Ocağın amacı, “Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i’lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak” idi. Dernek, amacını gerçekleştirmek için “Türk Ocağı adı ile kulüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitaplar ve risaleler neşir edecek, mektepler açmaya çalışacak”tı. Türk Ocağının amacına ulaşmağa çalışırken “sırf milli ve içtimai bir vaziyette” kalacağı belirtilmekte, “Asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır” denilmekte idi.
Türk Ocağı bir yandan İstanbul’daki merkezinde faaliyet gösterirken bir yandan da, başta İzmir’de olmak üzere, belli başlı şehirlerde şubeler açarak çalışmalarını yaymağa girişir. Şube sayısı 1916’da 25’e, 1919’da 35’e yükselir. Fakat o yıldan başlayarak, Sevr Anlaşması uyarınca Osmanlı yurdunu işgal etmeğe başlayan istilacı güçler, halkı onlara karşı koymaya özendiren, açık hava toplantıları (Fatih ve Sultanahmet mitingleri), vb. düzenleyerek halkın milli duygularını harekete geçirmeğe çalışan Türk Ocaklarını, başta İstanbul’daki merkezi olmak üzere, basmağa ve kapatmağa başlarlar. Bazı üst yöneticilerini Malta’ya sürerler. Zaten Ocağın genç üyelerinin çoğu, istilacılara karşı açılan kurtuluş mücadelesine katılmak üzere kurulan oluşumlara katılmaya başlarlar. Bu yüzden, Türk Ocağı çalışmaları, “Kurtuluş Savaşları” boyunca askıya alınır.
1922’de “Milli mücadele” zaferlerle sonuçlanınca Türk Ocağı’nın çalışmaları yeniden canlanır. Kapatılan şubeler yeniden açılır ve Mustafa Kemal Paşa’nın desteği ile bunlara bir çok yenileri katılır. Cumhuriyetin ilanından sonra başlatılan inkılapların başlıca destekçisi ve yayıcısı Türk Ocakları olur. Bu dönemde açılan Ocakların sayısı, 1928 yılı başında 141’e ulaşmıştır. Özellikle, bu dönemde Ankara’ya taşınmış olan Genel Merkez’de birçok bilimsel ve sosyal toplantılar, kültürel etkinlikler düzenlenirken çok sayıda da eser yayınlanır. Şubeler de kendi imkanları çerçevesine halk okulları, dispanserler, başka sosyal kuruluşlar kurarak topluma yararlı olmağa çalışırlar.
Bu arada Türk Ocağı’na Ankara’da bir Genel Merkez yapısı kazandırmak için çalışmalara başlanır. Arsası Vakıflar İdaresinden satın alınan yapının proje ve planları Türk Ocaklı Yüksek Mimar Hikmet Koyunlu tarafından hazırlanır ve yapım çalışmalarına başlanır. Koyunlu’nun gözetim ve denetiminde 1926’da başlatılan inşaat, 1928’de tamamlanır. Böylece Ankara’ya en görkemli ve güzel anıt yapılardan biri kazandırılmış olur. Bu yapıya ve donanımına, zamanın değerleri ile 600. 000 TL dolayında harcama yapılır. Önemli olan husus, bu anıt yapının , devletin maddi katkısı olmadan, sağlanan iç ve dış bağış ve yardımlarla inşa edilmiş olmasıdır.
1927 yılında toplanan Türk Ocakları Kurultayında, Türk Ocağı Yasası’nda değişiklik yapılarak Ocak, Cumhuriyet Halk Partisi ile ilişkilendirilmiştir. Bu değişikliğe göre, “Cumhuriyet, milliyet, muasır medeniyet ve halkçılık mefkurelerini takip eden Türk Ocağı, mefkureleri tahakkuk ettirmekte olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile devlet siyasetinde beraber” olacaktı. Böylece, kuruluştaki “asla siyasetle uğraşmama” ilkesinden sapılmış, bir ucundan siyasete bulaşmış oluyordu.
Fakat Türk Ocağının böylece CHP ile ilişkili duruma getirilmesi zamanın tek parti iktidarının siyasetçilerini tatmin etmez. Onlar Türk Ocağının yüzde yüz bir teslimiyetçilik içinde olmasını istemektedirler. Buna karşılık Ocak şubelerinde CHP’nin hoşuna gitmeyebilecek görüş ve etkinlikler görülebilmektedir. Özellikle de Türk Ocaklarının Türkiye dışındaki Türklere yönelik düşünce ve etkinlikleri, bunların yaşadığı ülkelere egemen olan devletlerle olan siyasi ilişkiler dolayısıyla, üst yönetim yetkililerince hoş karşılanmamaktadır.
Bu durum Türk Ocağı’nın kapatılması yolunu açmış olur. Ocağın 10 Nisan 1931 günü yapılan son (olağanüstü) kurultayında, derneğin 264 şubesi ile birlikte tüzel kişiliğini feshetmesine karar verilir. Bu, şube temsilciliklerine CHP milletvekillerinin seçtirilmesi sonucu kolaylıkla elde edilmiş bir karardır. Bu kararla Türk Ocağı’nın görkemli Genel Merkez yapısı, yurt alanına yayılmış 141 parça mülkü, bütün nakdi varlıkları Cumhuriyet Halk Partisine devredilmiş, Ocağın 32.000 üyesi açıkta bırakılmıştır. Böylece Türk Ocağı’nın varlığı, geçici olarak sona erdirilmiş olur.
Türk Ocağı’nın 1931’deki kapatılma sebebi çok merak edilen bir husustur. Sayın Prof. Dr. Ercüment Kuran’dan, sohbetleri sırasında birkaç kez dinlediğimiz, onun da rahmetli Abdülkadir İnan’dan dinlediği bir olay, bu sebebi sezdirecek niteliktedir: Türk Ocağı’nın kapatıldığı günlerden birinde Çankaya sofrasında Abdülkadir Hoca, masanın bir kenarında sessiz ve çok üzgün bir durumda oturmaktadır. Toplantı sona ereceği sıralarda Atatürk önündeki bardağa çatalıyla vurup sessizliği bozar ve ona dönerek, “Abdülkadir, der, ne kadar üzgün olduğunu görüyorum. Ben de senin kadar üzgünüm. Ama ben Türkiye’nin cumhurbaşkanıyım. Bazen hiç istemediğim uygulamaları yapmak veya yapanlara izin vermek durumunda olabilirim”. Son ana kadar Türk Ocağı’na büyük destek veren, sık sık Ocağa kişisel bağışlarda bulunan, gittiği yerlerde varsa Türk Ocağı şubesini mutlaka ziyaret eden ve en önemli demeçlerini oralarda veren Atatürk’ün siyasi bir zorunluluk olmadan Türk Ocaklarının kapatılmasına izin vermesi söz konusu olamazdı. Bu konuşmaya dayanarak,Sovyetler Birliği’nden gelen ciddi baskılarla Türk Ocağı’nın milletlerarası bir denge politikasına kurban gittiğini düşünebiliriz. Öte yandan, aydın bir kitleye dayanan ve şube sayısı hızla artmakta olan bir derneğin siyasi bir yapıya dönüşmesi halinde CHP’de yapabileceği yıkımı düşünen hızlı particilerin Atatürk’e kadar iletilen kaygıları da kapatılışta etken olmuş sayılabilir.
İkinci Kuruluş
Türk Ocaklarının günümüze kadar gelen ikinci varlık dönemi, 18 yıllık bir aradan sonra, 1949 yılında başlamıştır. 1931 yılındaki kapatılış sırasında Ocağın üst yöneticileri olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Dr. Hasan Ferit Cansever, Burhanettin Develioğlu, Ahmet Mazhar Akifoğlu, Dr. Fethi Erden, Ragıp Nurettin Ege, Tevfik Noyan, Cevat Mustafa Emecan ve Cemil Behçet’in kurucu olarak gösterildiği bir Türk Ocakları Yasası ile, Türk Ocağının 10 Mayıs 1949’da, İstanbul’da yeniden açılması sağlanmıştır.
Türk Ocağı, bu ikinci kuruluşunun ilk yıllarında gözle görünür etkinlikler gösterememiştir. Hatta çalışmaları uzun süre İstanbul, Tekirdağ ve Karadeniz Ereğlisi’nden ibaret şubelerle sınırlı ve oldukça sönük kaldı. Çünkü Ocağın yeniden kurulduğu o sıralarda milliyetçi gençler, yurdun her yerinde kurdukları kendi derneklerini başarıya ulaştırmak için çalışıyorlardı. İstanbul ve Ankara’da kurulu beş dernekle aralarında önce “Milliyetçiler Federasyonu”nu kurmuşlar, sonra da Türk Milliyetçiler Derneği adı altında tek kuruluş durumuna gelmişlerdi. O dernek, büyük bir atılımla, bir yıl içinde 50 şube kurarak ülkede etkili bir milliyetçilik rüzgarı estirmeğe başlamıştı. Bunlar, milliyetçi gençlerin, bir yaşlılar kulübü gibi gördükleri Türk Ocağı’na yönelmesini önlüyordu. Türk Ocağı’na yöneliş, gelişmesinden ürken iktidarın Türk Milliyetçiler Derneği’ni kapattırmasından ve Ankara’da dinamik bir şubenin kurulmasından sonra olabilirdi. O yıl Türk Ocağı’nın tarihi yapısı da intifa hakkı statüsünde Ocağa verilmiş, çalışmalar için zemin hazırlanmıştı.
1954 yılından başlayarak gençlerin desteği ile başarılı çalışmalar yapmağa başlayan Ocak, 1958’de Genel Merkez’in Ankara’ya nakledilmesi ile daha etkili çalışmalara yöneldi. Genel Merkezde kurulan Gençlik Kolu ile Sanat ve Edebiyat Kolu, Türk Ocağı çalışmalarını Ankara dışına taşıdılar. Fakat bu etkinlikler 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi ile sarsıntıya uğradı. Ancak bu uzun sürmedi ve Ocak çalışmaları gelişerek sürdürüldü. 1968’de başlayıp 1980’e kadar gençler arasında yaşanan sağ-sol çatışmalarından Türk Ocağı da nasibini aldı. 1970 başlarında, intifa hakkı ile kullandığı yapı Ocağın elinden alındı. Ocak çalışmaları için kira ile tutulmuş, sosyal etkinlikler için uygun olmayan apartman dairelerine sığınılmak mecburiyetinde kalındı.
Bütün ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik sarsıntılara sebep olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile birlikte, ülkedeki bütün derneklerin faaliyetleri durdurulmuştu. Bu yüzden Türk Ocağı da çalışmalarına ancak 15 Nisan 1984’te yeniden başlayabilirdi. Bu üç yıl yedi ay süren mecburi duraklamadan sonra Ocak, Genel Başkan Prof. Dr. Orhan Düzgüneş’in ve arkadaşlarının çabaları ile çabuk toparlandı. Yeni atılımlarla ülkenin en aktif gönüllü kuruluşlarından biri durumuna girdi. Şubeler yeniden canlandırıldı ve bunlara yenileri eklendi. 1988’den itibaren Türk Yurdu dergisi de düzenli olarak yayınlanmağa başlandı. Ayın çalışma özverisi sonraki Genel Başkanlar olan Sadi Somuncuoğlu ve Nuri Gürgür’ün başkanlığındaki yönetimlerce de gösterildi.
Bu son dönemde, büyük artış gösteren ve çalışmaları düzenli, başarılı etkinlerin çalışmaları yanında, Genel Merkezde, süreli, başarılı etkinlikler düzenlendi.
Türk Ocağı Genel Merkezi’nin başlattığı düzenli etkinliklerden biri, iki yılda bir ekim ayında düzenlenen “Milli Eğitim Sempozyum”mudur. Her biri şubelerle işbirliği yapılarak ayrı bir şehirde yapılan bu bilim toplantıları yapıldıkları şehrin eğitim ve kültür hayatına da katkı ve renk götürmektedir. Bu toplantılar, sonu çift rakamla biten yıllarda yapılıyor.
Genel Merkez’in iki yılda bir düzenleye geldiği bir başka bilimsel etkinlik, 1987 yılında başlatılan ve sonu tek rakamla biten yılların Mayıs aylarında gerçekleştirilen “Milliyetçilik ve Milliyetçilik Tarihi İlmi Kongresi”dir. Bu kongreler de, Üniversitelerle işbirliği yapılarak değişik şehirlerde gerçekleştiriliyor.
Türk Ocaklarının faaliyetlerini genişletmek, özellikle de Türk dünyası ile ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulması kararlaştırılan “Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı” 1988 yılında resmilik kazandı. Böylelikle Türk Dünyası ülkelerinden gelip ülkemize eğitim gören yüz kadar öğrenciye her öğretim yılında burs ve bunların başarılı olanlarına her öğretim yılı sonunda ödül verilmesi sağlandı. Ayrıca son dört yıldır, her kurdan bayramında Kerkük ve Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde, Kırım’da zulüm mağduru olarak çile çeken Türkler için, onların bulundukları yerlerde yüzlerce kurban kesilerek oraların yoksul insanlarına dağıtılması sağlanıyor. Vakfın gerçekleştirdiği ene önemli atılım ise, ilk ve orta öğretim sınıfları bulunan “Türk Yurdu” lisesini açmasıdır. Bu lise üç yıldır öğrenci yetiştiriyor.
Türk Ocağı Genel Merkezi, olağan kurultaylarında verilmek üzere, değişik alanlarda hizmeti görülen seçkin kişilere armağan verilmesi uygulaması 1987 yılında başlattı. Bu armağanların bir özelliği de her birinin Türk Ocakları’nın ve Türk Milliyetçiliğinin ünlü kişilerinin adını taşımasıdır. 1992 ve 1994 yıllarında verilen “Hamdullah Suphi Tanrıver- Türk Ocağı Kültür Armağanı”, “Dr. Hasan Ferit Cansever- Türk Ocağı Himet Armağanı”, “Ziya Gökalp- Türk Ocağı İlim Teşvik Armağanı” ve “Prof, Dr Osman Turan- Türk Ocağı Türklük Araştırmaları Armağanı”na, 1996’da “Nihal Atsız- Türk Ocağı Türk Dünyasına Hizmet Armağanı” da eklendi. 1992’den beri verilegelmekte olan “Türk Ocağı Şeref Armağanı”ın adı başına da, 1998’de “Galip Erdem”in adı eklendi.
Türk Ocağı’nın başlatıp sürdürdüğü çok önemli bir başka etkinlik de Türk dünyası devlet ve topluluklarından yüzlerce gencin bir araya gelip Türklüğün sorunlarını tartıştığı, ülkelerinin kültürel varlıklarını birbirine tanıttığı ve sağlam dostluk köprüleri kurduğu “Türk Dünyası Gençlik Günleri” adlı yıllık toplantılarıdır. Her yıl Türk Dünyasının ayrı bir ülkesinde düzenlenen bu etkinliği gerçekleştirme hizmetinin yükünü Türk Ocağı üstelemektedir.
Ocağın yüzün ağartan çalışmalardan bazılarını da Türk Ocağı Hanımlar İcra Heyeti yürütmektedir. Belli sosyal ve kültürel etkinlikleri yanında, Türk Ocaklı hanımlar, Türk Dünyasından gelmiş kız öğrencilere burs sağlamak, önemli konularda bilimsel toplantılar düzenlemekle yetinmeyip bir de Pınar adlı haber bülteni yayınlamaktadırlar. Şimdi ise, bir Türk Dünyası Hanımlar Konferansı düzenlemenin çalışması içindedirler.
Türk Ocağı Hars Heyeti’nin çalışmaları da son yıllarda verimlilik sürecine girmiş bulunuyor. Ocağın düzenleyeceği bilimsel etkinliklerin planlama ve ön hazırlıklarının yapılmasında, önemli yurt ve millet sorunlarına ilişkin Türk Ocağı görüşünün belirlenmesinde, gerektiğinde bu tür olaylara ilişkin bildirilerin hazırlanmasında Heyet, Genel Merkez Yönetimine danışmanlık ve yardım ediyor.
Bir yandan üyelerinin çabası ve bağışları ile sağlanan ve bağışlarla inşa ettirdiği tarihi Türk Ocağı binasını yeniden Ocak mülkiyetine kazandırmak için çabalar sürdürülürken, bir yandan “ek hizmet binası ” olarak adlandırılan yeni bir yapıya ihtiyaç duyan Türk Ocağı, bunu sağlamak için Milli Emlak’tan satın aldığı bir arsa üzerine, mimari, statik ve elektrik donanımı projelerini Ocaklı mimar ve mühendislerin hazırladığı bir projeye göre başlatılan yapım çalışmalarını kısa zamanda sonuçlandırdı ve iç donanımını da sağlayarak binayı 20 Temmuz 1997’de, Cumhurbaşkanının da katıldığı bir törenli hizmete açtı. Böylece çalışmaların, etkinliklere uygun olmayan kiralık yerlerden kurtulup, rahat çalışılabilen, modern bir hizmet yerine kavuşulmuştur. Tarihi yapının inşasında olduğu gibi, bu yapının inşasında da inşaat için gerekli olan para veya malzemeler ile iç donanım için alınan mobilyalar Türk Ocaklıların ve Türk Ocağı dostlarının yardım ve bağışları ile sağlanmıştır.
Türk Ocağı Genel Merkezi,50’den fazla şubesi ile olan ilişkilerini düzenli bir şekilde sürdürmekte, Genel Merkez Yönetim ve Denetleme kurullarının üyeleri yaz aylarında kendilerinde ayrılan şubeleri ziyaret ederek denetlemekte, güz aylarında ise yeni faaliyet dönemi çalışmaları hakkında bilgi ve görüş alış verişi yapmak üzere Genel Merkez yetkilileri ile bölgedeki şubelerin yetkililerinin katıldığı Bölge Toplantıları yapılmaktadır. Bu toplantılar yeni dönem çalışmaları için itici bir güç hizmeti görmektedir.
(Prof. Dr. Necmeddin Sefercioğlu)